Sen, o mucizeydin Flora. Şimdi bu mucizevi şaşkınlığın pimini çektiği bütün endişelerim hücrelerime baskı uyguluyor. Saç diplerim yangın yeri, avuçlarım terliyor. Yıllar sonra ilk kez mağarasından çıkmış bir yabani kadar tedirginim. Kabuklarıma o kadar bağlanmışım ki artık kendimi savunmasız hissediyorum. Yıkılabilirim. Beni yıkabilirsin. Yine de dizginleyemiyorum içimde ki bu kaçkın sevdayı. Saklanacak bir köşem yok. Kabuklarım yok. Başıboş düşüncelerim ve anadan üryan bütün duygularım. Cehennemin işkence salonlarından, alev lobilerine transfer olmuş bir göçebe ruh gibiyim. Görüyorsun Flora, aşk bizim gibilerin bünyesine biraz ağır geliyor.
Ama dur Flora! Öyle hemen düşürme yüzünü. Nizami bir şekilde dönüş yapma gerisin geriye. Bekle. Yeryüzüme gelişinden mütevellit içine düştüğüm kaosla mücadele etmeye çabalıyorum ben hala. Şimdi gidersen, gaipten gelen bir aparkat kadar etkili bir darbe olur bu ve zaten epey sarsılmış olan bu yürüyen ceset bedenim yıkılır. Bunu yapma.
Beni de biraz anlamaya çalış. Sözlükleri karıştırarak aşık olmanın manasını anlamaya çalışan bir acemiyim ben. Sevilmenin esrarını ansiklopedilerde arıyorum. Susuzluğun seraplara sebep olduğu kızgın çöllerde bir ömür geçirip, ansızın Karadeniz'in kıyılarına bırakılmış bir insan ne hisseder düşünsene... Şu halimle ben, suya atılmış bir filden beterim.
Biraz aşk cahiliyim ama bu karamsar cümlelerim hevesini de kaçırmasın. Çabalıyorum Flora. Öğrenebilirim. Öğreneceğim de... Sadece elimi bırakma. İnsanın hayattan alacağı derslerin bir zamanı, bir sınırı yokmuş meğer. Öğrendim ki cehalet, trajik bir ayrıcalıkmış Flora.
Ah Flora... Benden vazgeçme... Beni bekle... Bekle...
dip not: bu yazı 'Bu Şartlar Altında Ölemem' e-kitabında yer almıştır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönderme